Şövalye Antonius Block ve silahtarı haçlı seferinden evine dönmektedir. Her ikisinin de moralleri çok bozuktur. Ülke içinde ilerledikçe vebanın izleri ile karşılaşırlar. Şövalye, Kutsal Topraklara inanç dolu genç bir adam olarak gitmiş fakat şüphe ve belirsizliğin azabı içinde geri dönmüştür. Acaba Tanrı yok mu? Bu düşünce onun için dayanılmazdır. Yine de yaşamla ilgilidir. Ölüm aniden karşısına çıktığında şövalye süre kazanmak için Ölüm’e bir satranç partisi önerir. Artık inanmak değil bilmek istemektedir. Şövalye bir ayinde korkunun, dinin temel taşı olduğunu keşfeder. Büyücülükle suçlanan genç kızın yakılmasına neden olan hoşgörüsüzlüğe tanık olur. Gerçek çözümü rastlantı sonucu keşfeder. Jof ve Mia adlı cambaz çift ona çözümün yaşama sevinci olduğunu hatırlatır. Mutluluk yaşamın basit zevklerinde gizlidir. Yolculuk boyunca karşılaşıp tanıştıkları bir grup insanla birlikte şövalyenin şatosuna ulaştıklarında eşi herkesi yemeğe buyur eder. Ama ölüm burada da onları bulur. Şövalye ve yanındakiler yenik düşerken, kıyametten kurtulan yalnızca cambaz çifttir. Ingmar Bergman Yedinci Mühür filminin fikrini ortaçağ İsveç kilise resimlerinde işlenen temalardan almıştır; gezgin oyuncular, veba, çile çekenler, cadıların yakılışı ve haçlı seferleri. Yine de film, Ortaçağ İsveç’ini betimlemek amacıyla yapılmamıştır. Modern bir şiirdir. Küçük bir oğlan çocuğu için ayin büyüklere özgü bir işti. Peder kürsüde vaaz verir, cemaat dua eder, ilahi söylerdi. Bense kendimi kilisenin tavan ve duvarlarındaki ortaçağ resimlerine verirdim. Orada insanın hayal gücünün arzulayabileceği her şey vardı: melekler, azizler, ejderhalar, peygamberler, şeytanlar, insanlar… Ortaçağ ressamları bütün bunları büyük bir duyarlılık, yetenek ve neşe ile resimlemişlerdi. Bu beni çok etkiledi. Bu duvarlardaki dünya benim için baba, anne, erkek ve kız kardeşler ile yaşanan günlük yaşam kadar gerçek hale geldi. Niyetim ortaçağı, kilise ressamları ile aynı şekilde, aynı nesnel ilgi, aynı duyar.